11 Haziran 2019 Salı

Şarap 12: İçkilerin kralı

Charlemagne'm danışmanlarından biri olan Alcuin, MS dokuzuncu yüzyılın başında İngiltere'ye yaphğı bir ziyaret sırasında bir dostuna "Eyvahlar olsun!" diye yazıyordu; "Şarabımız tükendi ve aa bira kannlanmızı kasıp kavuruyor. Biz içemediğimiz için, bizim yerimize için ve keyifli bir gün geçirin." Alcuin'in üzüntüsü, Kuzey Avrupa'nın diğer yerlerinde olduğu gibi İngiltere' de de şarabın kıt olduğunu gösterir. Şarabın üretilmeyip ithal edildiği bu topraklarda bira ve bal likörü (tahılın balla mayalandığı melez bir içki) egemendi. Kuzey Avrupa' da bira, güneyde ise şarap ayrımı bugün de devam ediyor. Modern Avrupa'nın içme kalıplan birinci binyılm ortalarında kristalleşti ve büyük ölçüde Yunan ve Roma etkisinin ulaşmasıyla belirlendi. Genellikle makul sınırlar içinde ve yemeklerle birlikte şarap içmek Roma İmparatorluğu'nun eski sınırlan içinde bulunan Avrupa'nın güneyinde hala egemendir. Roma'nın menzili dışında kalan Kuzey Avrupa' da ise yemeksiz bira içmek daha yaygındır. Bugün dünyanın önde gelen şarap üreticileri Fransa, İtalya ve İspanya' dır ve Lüxemburg, Fransa ve İtalya halkı önde gelen şarap tüketicisidir; yılda kişi başına ortalama 55 litre şarap tüketirler. Günümüzde biranın en fazla tüketildiği ülkeler ise Romalıların barbar dedikleri topraklardır: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, İngiltere ve İrlanda.

Şarap konusunda Yunanlıların ve Romalıların erken Yakındoğu geleneklerine dayanan tutumları başka bakımlardan da varlığını sürdürmüş ve dünyanın her tarafına yayılmıştır. Alkolün içildiği her yerde şarap en uygar ve kültürlü içki sayılır. İslam ülkeleri hariç, devlet yemeklerinde ve siyasal zirvelerde bira değil, şarap ikram edilir -şarabın statü, iktidar ve servetle bütünleştirilmesinin bir örneği.

Şarap en büyük uzmanlık ve sosyal farklılaşma alanıdır da. Farklı yerlerin şaraplarını değerlendirmek Yunanlılarla başladı ve şarabın tipi ile içenin sosyal statüsü arasındaki bağ Romalılar tarafından pekiştirildi. Symposion ve convivium bugün banliyölerdeki akşam yemeği partilerinde yaşıyor; bu partilerde yiyeceğin tüketilme düzeni, çatalın, bıçağın yeri ve benzeri konularda belirli kuralları bulunan biraz resmi bir atmosferde belirli konuların (siyaset, iş dünyası, mesleki konular, ev fiyatları) neredeyse bir ritüel halinde tartışılmasını şarap körükler. Şarabın seçiminden ev sahibi sorumludur ve seçim, olayın önemini ve hem ev sahibinin, hem konukların sosyal konumunu yansıtmalıdır. Bu, zamanı aşıp gelen bir Romalının derhal tanıyacağı bir sahnedir.

16 Nisan 2019 Salı

Şarap 11: Neden Hıristiyanlar şarap içer, Müslümanlar içmez?

Marcus Aurelius MS 180' de öldü; zehirden değil, hastalıktan. Ömrünün son haftası boyunca yalnızca tiryak ve Falemian şarabı tüketti. Görece barış, istikrar ve refah içinde geçen hükümdarlık döneminin sonu, aynı zamanda Roma'nın altın çağının da sonu sayılır. Onu, neredeyse hiçbiri eceliyle ölmeyen kısa ömürlü imparatorlar silsilesi izledi; hepsi, dört bir yandan saldıran "barbarlar" a karşı imparatorluğu korumak için elinden geleni yaptı. MS 395'te ölüm döşeğinde yatan imparator 1. Theodosius savunmayı kolaylaştırmak için imparatorluğu doğu ve batı olarak iki parçaya böldü; her bir parça oğullarından biri tarafından yönetilecekti. Fakat batı imparatorluğu çok geçmeden çahrdadı: Vizigotlar MS 410'da Roma'yı yağmaladı ve İspanya'nın büyük bölümü ile batı Galya'yı kapsayan bir krallık kurdular. Roma, MS 455'te Vandallar tarafından bir kez daha talan edildi. Sonuçta; batı imparatorluğu parçalanıp bir dizi ayn krallığa bölünmüş oldu.

Yüzyıllardır süregelen Roma ve Yunan önyargılanna göre, kuzeyden akıp gelen kabileler şarap içen uygar kültürün yerine bira içen barbarlığı geçirmeliydi. Fakat iklimin bağcılığa pek uygun olmadığı Kuzey Avrupalı kabileler, kaba bira severler olarak ünlenmelerine karşın, şaraba karşı bir önyargılan da yoktu. Elbette, Romalı yaşamın birçok boyutu silip süpürüldü, ticaret kesintiye uğradı ve bazı bölgelerde şarabın bulunabilirliği azaldı: Örneğin, Romalılaşmış Britanyalılar, imparatorluk çatırdayınca şaraptan tekrar biraya dönmüş gibi görünüyorlar. Fakat yeni hükümdarlar yönetimi Romalılardan alınca, Roma, Hıristiyan ve Germen gelenekler arasında kültürel bir kaynaşma da oldu. Yunanlı ve Romalı atalanrun ölümünden sonra varlığını sürdürecek kadar derin kök salmış olan Akdeniz şarap içme kültürünün yaygınlığı, kültürel sürekliliğin bir örneğiydi. Sözgelimi, beşinci yüzyıl ile yedinci yüzyıl arasına ait Vizigot yasalarının, bir üzüm bağını tahrip edenlere aynntılı cezalar öngörmesi, barbarlardan pek beklenmeyen bir şeydi.

Şarap içme kültürünün devam etmesinde başka bir faktör de Hıristiyanlıkla yakın ilişkisiydi. İncil'e göre İsa'nın ilk mucizesi, Celile Denizi yakınında bir düğünde altı küp suyu şaraba dönüştürmesiydi. İsa şarapla ilgili birçok mesel anlatmış ve kendisini bir asmaya benzetmişti: "Ben asmayım, siz dallarısınız," diyordu taraftarlarına. İsa'run Son Akşam Yemeği'nde çömezlerine şarap sunması, daha sonra, ekmek ile şarabın İsa'run etini ve kanını simgelediği merkezi Hıristiyan ayin Aşai Rabbani' de şarabın önemli bir rol oynamasına yol açtı. Bu, birçok yönden, Dionysos ve onun Romalı cisimleşmesi Bacchus kültleriyle yerleşen geleneğin bir devamıydı. Yunan ve Roma şarap tanrıları, İsa gibi, şarap yapma mucizeleriyle ve ölümden sonra dirilmeyle bütünleştirildiler; onlara tapanlar, Hıristiyanlar gibi, şarap içmeyi kutsal bir söyleşme biçimi olarak gördüler. Fakat belirgin farklar da var. Hıristiyan ayin Dionysosçu benzeri gibi değildir; Hıristiyan ayin çok az miktarda şarap gerektirirken, Dionysosçu ayin aşın miktarda çok şarap içmeyi emreder.


Hıristiyan kilisenin Aşai Rabbani şarabı ihtiyacının, Roma' nın düşüşünden sonraki karanlık çağlarda şarap üretiminin devam etmesinde önemli bir rol oynadığı öne sürülmüştür. Hıristiyanlık ile şarap arasındaki yakın bağlara karşın, bu bir abarbdır. Aşai Rabbani için gereken şarap miktarı çok azdır ve 1100' de yaygın olan durum; cemaatin ekmek yemesi, şarabı ise yalnızca ayini yöneten rahibin içmesiydi. Kilise arazisindeki ya da manashrlara bağlı bağlarda elde edilen üzümle üretilen şarabın büyük bölümü, dinsel tarikat mensuplarının günlük tüketimi içindi. Örneğin Benedikten keşişlerin günlük yaklaşık yarım litre şarap istihkakları vardı. Bazı durumlarda, kilise arazisinde yapılan şarabın sahlması değerli bir gelir kaynağıydı.


Bununla birlikte, şarap kültürü Hıristiyan Avrupa' da makul ölçüde değişmeden kaldığı halde, İslam' ın yükselişinin bir sonucu olarak, eski Roma dünyasının diğer kesimlerinde içme kalıpları köklü bir biçimde değişti. İslam'ın kurucusu Hazreti Muhammed MS 570'te doğdu. 40 yaşında peygamber olmak üzere çağrıldığını hissetti ve Allah tarafından Kuran'ın kendisine tebliğ edildiği bir dizi rüya gördü. Muhammed' in yeni öğretileri, geleneksel Arap dinine bağlı olan Mekke' de sevilmedi ve bunun üzerine o da, taraftarlarının çoğaldığı Medine' ye göçtü. Muhammed MS 632'de öldüğü sırada İslam, Arabistan'ın çok büyük bir bölümünde egemen din olmuştu. Bir yüzyıl sonra Müslümanlar; İran, Mezopotamya, Filistin ve Suriye'nin tamamını, Mısır ve Kuzey Afrika kıyısını ve İspanya'nın büyük bir bölümünü fethetmişlerdi. Müslümanların dini görevleri arasında namaz kılmak, zekat vermek ve alkollü içkilerden uzak durmak da vardır.


Hadislere göre, Muhammed, iki Müslüman'ın bir içki partisinde kavga ettiğini gördükten sonra alkolü yasakladı. Bu tür olayları önleme konusunda ilahi rehber arayınca, Allah'ın yarub açık oldu: "İçki, kumar ... şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Arbk bunlardan vazgeçersiniz değil mi?"1 Bu kuralı bozanlara verilen ceza 40 kırbaçtı. Ne var ki, öyle görünüyor ki, Müslümanların alkol yasağı daha geniş kültürel güç dengelerinin sonucuydu da: İslam'ın yükselişiyle birlikte güç, Akdeniz kıyısı halklarından Arabistan'ın çöl kabilelerine geçti. Bu kabileler tekerlekli taşıt yerine deveyi, masa ve sandalyenin yerine minderi geçirerek ve gelişmişliğin en güçlü simgesi olan şarabın tüketilmesini yasaklayarak kendilerinden önceki seçkinlere üstünlüklerini ifade ettiler. Müslümanlar bunu yapmakla eski uygarlık anlayışını reddettiklerini de bildirmiş oldular. Şarabın Hıristiyanlıktaki merkezi rolü de Müslümanları şaraba karşı olmaya itti; hbbi amaçla kullanımı bile yasaklandı. Epeyce muhakemeden sonra yasak, diğer alkollü içkileri de kapsayacak şekilde genişletildi. İslam yayıldıkça, alkol yasağı da yayıldı.

Ne var ki, alkol yasağı bazı yerlerde diğerlerinden daha katı uygulandı. Örneğin, Ebu Nuvas ve diğer Arap şairlerin eserlerinde şarap övülüyor ye teknik olarak yasak olmasına karşın, İspanya ve Portekiz' de şarap üretimi devam ediyordu. Hatta, bizzat Muhammed'in hafif mayalı hurma şarabından hoşlandığının söylenmesi, İspanya' daki bazı Müslümanların, Peygamber'in şarabın kendisine değil de, aşın içki düşkünlüğüne itiraz ettiğini ileri sürmelerine yol açtı. Onlara göre yalnızca üzümden yapılan şarap, olasılıkla alkol oranının yüksek olması nedeniyle açıkça yasaklanmıştı; bu yüzden üzüm şarabına, alkol oram hurma şarabının oranını geçmemesi için sulandırılması koşuluyla, izin verilmeliydi. Bu hoş tefsir çalımı tartışmalıydı, fakat bir hareket olanağı da sağladı. Gerçekten de, Müslüman dünyanın kimi yerlerinde Yunan symposion' a benzer şarap içme partileri popülerleşmiş gibi görünüyor. Her şeyden önce, şarabı suyla karıştırmak sertliğini epeyce azaltmaktaydı ve Muhammed'in cennet bahçesi görüşüne de uygun gibi görünmekteydi: Orada doğru yolda olanlar, müminler bir çeşme suyuyla yumuşatılmış saf şarap içerler.

İslam'ın Avrupa' daki ilerleyişi, MS 732' de, kabaca bugünkü Fransa'ya denk düşen Frank krallığının en karizmatik prensi Charles Martel'in Arap birliklerini yenilgiye uğrattığı Tours Savaşı'nda durduruldu. Dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan bu savaşın hemen öncesi Avrupa' daki Arap nüfuzunun doruğuna işaret etmekteydi. Daha sonra Martel'in torunu Charlemagne'ın MS 800'de Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giymesi, Avrupa kültürünün pekişme ve sonunda yeniden canlanma döneminin başlangıa oldu.



Şarap 10: Şarap ve tıp

Tarihteki en büyük şarap tadım işi, MS 170 civarında Roma' daki imparatorluk kilerlerinde gerçekleşti. Burada, yani; o zaman bilinen dünyanın merkezinde, para derdi olmayan imparatorlar tarafından oluşturulmuş "dünya"nın en gözde şarap koleksiyonu vardı. İmparator Marcus Aurelius'un özel doktoru Galenos, güneş ışığı demetleriyle bölünen bu serin, nemli kilerlere bir tek görev için indi: Dünyanın en iyi şarabım bulmak.

Galenos, Pergamon' da (bugünkü Bergama}, Roma İmparatorluğu'nun doğu kesiminde Yunanca konuşan bir kentte doğdu. Gençliğinde İskenderiye' de hp okudu, ardından Hint ve Afrika tedavi yöntemlerini öğrendiği Mısır'ı dolaşh. Hippokrates'in düşünceleriyle yetişen Galenos, hastalığın, vücudun dört "öz sıvı"sırun; kan, balgam, san safra, siyah safra sıvılarının dengesizliğinden kaynaklandığına inanıyordu. İnanana göre; fazla öz sıvılar vücudun belirli yerlerinde toplanabilir ve bunun da mizaçlar üzerinde belirleyici etkisi olurdu: Örneğin, siyah safranın dalakta toplanması insanı melankolik, uykusuz ve sinirli yapmaktaydı. Kan akıtma gibi teknikler kullanılarak öz sıvılar tekrar dengeye getirilebilirdi. Sıcak ya da soğuk, ıslak ya da kuru sayılan farklı yiyecekler de öz sıvıları etkileyebiliyordu: Soğuk ve ıslak yiyeceklerin balgam; sıcak ve kuru yiyeceklerin ise san safra ürettiği düşünülüyordu. Galenos' un ciltler dolusu yazılarıyla· tanıhlan bu sistematik yaklaşım oldukça etkiliydi ve bin yıldan fazla bir süredir batı hbbırun temeliydi. Bu görüşlerin son derece saçma olduğu ancak on dokuzuncu yüzyılda anlaşıldı.


Galenos'un şaraba ilgisi tamamen olmasa da, esas olarak meslekiydi. Genç bir doktorken yaralarını dezenfekte etmek için şarap kullanarak -o zamanın yaygın bir pratiği- gladyatörleri tedavi etmişti. Diğer yiyecekler gibi şarap da öz sıvıları düzenlemek için kullanılabilirdi. Galenos imparatora sürekli şarap ve şarabı temel alan ilaçlar yazıyordu. Öz sıvılar kuramının çerçevesi içinde şarap, sıcak ve kuru sayılmaktaydı; bu yüzden sarı safrayı artırıp, balgamı azaltmaktaydı. Yani hummaya (sıcak ve kuru bir hastalık) yakalanan biri şaraptan uzak durmalı, soğuk algınlığına (soğuk ve ıslak bir hastalık) yakalanan biri ilaç olarak şarap alabilirdi. Galenos' a göre şarap ne kadar kaliteliyse hbben de o kadar çok etkiliydi: Bu yüzden yazılarında "her zaman en iyisini elde etmeye çalış" diyordu. İmparatoru tedavi eden Galenos, elbette, var olan en iyi şarabı yazdığından emin olmak istiyordu. Amforaları açmak ve tekrar mühürlemekle görevli bir kilercinin eşliğinde kilere indiğinde doğrudan Falernian'lara yöneldi. Her şeyden önce tüm şarapların en iyisi olduğuna göre, en iyi ilaç da o olmalıydı.

"Dünyanın her yerinden en iyiler bir yolunu bulup yeryüzünün en büyüklerine ulaşhğına göre," diye yazıyordu Galenos, "tümünün en yücesine en iyisi seçilmelidir. Bu nedenle, görevimi yerine getirirken, her Falernian amforasının üzerindeki üretim yılı damgalarını deşifre ettim ve 20 yaşından büyük her şarabı dilimle tattım. Acılıktan eser olmayan bir şarap buluncaya kadar devam ettim. Tatlılığını yitirmeyen eski bir şarap, en iyi şaraptır." Ne yazık ki, Galenos, imparatorun ilaç olarak kullanmasını uygun bulduğu Faustian Falernian'ın üretim yılını kaydetmemiş. Fakat bu şarabı saptadıktan sonra, Marcus Aurelius'un hbbi amaçla başka birini değil, yalnızca bu şarabı kullanmasında ısrar etti. İmparator günlük ilacını, genel olarak hastalığa ve özel olarak da bütün zehirlere karşı koruması için tasarlanan evrensel panzehiri bu şarapla yutmalıydı.


Böyle bir panzehir fikrini, MÔ birinci yüzyılda Pontus kralı Mithridates oraya atmışh. Kral bir dizi deney yaphmuşh; en etkili panzehiri bulmak içirt düzinelerce mahkuma çeşitli öldürücü zehirler verilmiş ve sonunda, 41 panzehirden oluşan bir karışımda karar kılmışh; karışım her gün alınmalıydı. Tadı iğrençti (kanşıma konulan malzemelerden biri de, küçük küçük doğranmış engerek etiydi), fakat Mithridates'in zehirlenmekten endişe etmesine arhk gerek yoktu. Tatlı bir ironiyle, sonunda oğlu tarafından tahttan indirildi: Öyküye göre, bir kuleye kapahlan kral zehir içerek intihar etmek istedi, fakat hiçbir zehir etkili olmadı. Sonunda, bir muhafızdan kendisini bıçakla öldürmesini istemek zorunda kaldı.

Galenos, Mithridates'in tarifini epeyce genişletti. Tiryak -evrensel bir panzehir ve genel bir sağalhcı- tarifi; kertenkele, haşhaş suyu, baharat, buhur, ardıç, zencefil, baldıran tohumu, kuru üzüm, rezene, anason ve meyankökü de aralarında olmak üzere tam 71 malzemeyi içeriyordu. Marcus Aurelius'un böyle bir karışımı yuttuktan sonra Falemian'ın tadına varabildiğini hayal etmek zor, fakat ünlü doktorun dediğini yaphğını ve verilen karışımı "dünyanın en ulu şarabı"yla yuttuğunu biliyoruz.

9 Nisan 2019 Salı

Şarap 9: Herkese bir içki

Bir şarabı başka birine tercih etmenin bir ölüm kalım meselesi olmasına sıkça rastlanmaz. Yine de, Romalı politikaa ve ünlü hatip Marcus Antonius'un kaderini böyle bir tercih belirledi. MÖ 87'de Roma'nın o sonu gelmeyen iktidar mücadelelerinin birinde yanlış tarafta yer aldı. Yaşlı bir general olan Gaius Marius iktidarı ele geçirmiş ve rakibi Sulla'yı destekleyenlerin peşine düşmüştü. Marcus Antonius sosyal statüsü çok düşük bir ahbabının evine sığındı; böylesine yoksul bir adamın evini aramanın kimsenin ak.ima gelmeyeceğini umuyordu. Ne var ki, akılsızca davranan ev sahibi, hizmetçisini böylesine saygın bir konuğa layık bir şarap satın almaya gönderdi. Hizmetçi civardaki şarap dükkanlarına gidip bulduklarını tattıktan sonra, alışılmış olandan çok daha iyi ve daha pahalı bir şarap istedi. Satıa nedenini sorunca da, hizmetçi efendisinin konuğunun kimliğini açıkladı. Satıcı doğrudan Marius' a gitti, o da bir avuç askeri Marcus Antonius'u öldürmeye gönderdi. Fakat odaya dalan askerler, Antonius'un hitabet gücü nedeniyle onu bir türlü öldüremediler. Sonunda, dışarıda bekleyen komutanları dayanamayıp içeri girdi. Adamlarını korkaklıkla suçlayarak kılıcını çekti ve Marcus Antonius'un kellesini uçurdu.

Romalılar, kendilerinden önceki Yunanlılar gibi şarabı evrensel bir ürün sayıyorlardı. Caesar da köle de şarap içiyordu. Fakat Romalılar Yunan uzmanlığını daha da ileri götürdüler. Marcus Antonius'un ev sahibi kendisinin içtiği düşük kaliteli şarabı konuğuna ikram etmeyi hayal bile edemezdi. Şarap sosyal farklılaşmanın bir simgesi, içenin zenginliğinin ve statüsünün bir işareti haline geldi. Roma toplumunun en zenginleri ile en yoksulları arasındaki eşitsizlik, her iki kesimin kadehlerindeki şaraba da yansıyordu. Zengin Romalılar için en güzel şarapları tanıma ve adlarını sıralayabilme becerisi önemli bir gösteriş biçimiydi: Bu, en güzel şarapları alabilecek kadar zengin olduklarını ve neyin ne olduğunu öğrenecek zamana sahip olduklarını gösteriyordu.

Herkesin kabul ettiği en güzel şarap, Campania bölgesinde üretilen bir İtalyan şarabı olan Falernian' dı. Adı lüksün simgesi haline geldi ve bugün hala öyle hatırlanır. Falernian, Neapolis (bugünkü Napoli) kentinin güneyindeki Falemus Dağı'nın yamaçlarında sınırları kesin bir biçimde belirlenmiş bölgelerde yetiştirilen üzümlerden yapılıyordu. "Caucine Falernian", en yüksek yamaçlarda yetiştirilirdi; en iyisi kabul edilen "Faustian Falernian" orta yükseklikteki yamaçlarda, diktatör Sulla'nın oğlu Faustus'un arazisinde yetiştirilirdi; daha aşağı yamaçlarda yetiştirilen üzümlerden yapılan şaraba ise yalnızca "Falernian" denirdi. En güzel Falernian, rengi alhn sansına dönünceye kadar, en az on yıl bekletilen beyaz şaraplı. Sınırlı üretim alanı ve uzun süre bekletme modası, Falernian'ı son derece pahalılaşhrmaktaydı; bu yüzden doğal olarak seçkinlerin şarabı haline geldi. İlahi bir kökeni olduğu bile söyleniyordu: Güya oralarda dolaşan şarap tanrısı Bacchus (Yunan tanrısı Dionysos'un Roma versiyonu), tanrının kimliğinden habersiz onu gece misafir eden soylu bir çiftçiye minnet borcu olarak Falemus Dağı'nı bağlarla kaplamış. Öyküye göre Bacchus,  adamın evinde bulunan sütün tamamını da şaraba dönüştürmüş.

Çok büyük bir farkla en ünlü Falernian, MÖ 121 yılına ait olan ve o yıl konsüllük görevine gelen Opimius'a atfen Opimian Falernian denilen şaraptı. Bu şarap MÖ birinci yüzyılda Julius Caesar tarafından içildi ve MS 39' da imparator Caligula'ya 160 yıllık Opimian ikram edildi. Birinci yüzyılda Romalı şair Martial, o sırada Opimian artık içilemez olmasına karşın, Falernian'ı "ölümsüz" diye betimledi. Diğer yüksek rütbeli Roma şarapları yazın popüler olan ve dağlardan getirilen karla kanşbrılıp içilen Caecuban, Surrentine ve Setine'ydi. Yaşlı Pliny de aralarında olmak üzere bazı Romalı yazarlar bu şekilde hazırlanan soğuk içki modasını, mevsimlere aykırı olduğu için doğa dışı sayıp yozlaşmanın başka bir örneği olarak yerdiler. Gelenekçiler eski tarz Roma tutumluluğuna geri dönmeyi savunurken, bazıları da yiyecek ve içeceğe yapılan gösterişli harcamaların yoksulların gazabını kışkırtabileceğinden endişe etmekteydi.

Bu yüzden Roma'nın en zengin vatandaşlarının lüks zevklerini sınırlamak için sayısız "müsriflik yasası" çıkarıldı. Bu kadar çok yasanın çıkarılmış olması, bu yasalara pek uyulmadığını ya da uygulanmadıklarıru gösterir. MÖ 161'de çıkarılan bir yasa, ayın her günü yiyeceğe ve eğlenceye ne kadar harcama yapılabileceğini belirliyordu; daha sonraki yasalar düğün ve cenaze törenleri için özel kurallar sapbyor, hangi tür etlerin ikram edilip edilemeyeceğini belirliyor ve bazı yiyeceklerin ikram edilmesini tamamen yasaklıyordu. Bazı yasalar, erkeklerin ipekli giysi giymemelerini, albn vazoların yalnızca dinsel törenlerde kullanılmasını ve görevlilerin kurallara uyulup uyulmadığını kontrol edebilmeleri için yemek odalarının dışarıya bakan pencereleri olmasını emrediyordu. Julius Caesar zamanında, müfettişler yasak yiyeceklere el koymak üzere ara sıra pazarları dolaşır ve ziyafetlere baskın yaparlardı; mönüleri devlet memurlarının incelemesine sunmak zorunluydu.

En zengin Romalılar en güzel şarapları içerken, yoksul vatandaşlar daha düşük kaliteli şarap içerdi. Şarabın statüye göre ayarlanması o kadar hassastı ki, convivium denilen Roma ziyafetinde içki içenlere toplumdaki konumlarına göre farklı şaraplar ikram edilirdi. Convivium kendi prototipi symposion' dan birçok bakımdan farklıydı. Symposion, en azından teoride, katılımcıların birbirlerinin eşiti olarak ortak bir kraterden şarap içip haz ve belki felsefi aydınlanma aradıkları bir forum olduğu halde, convivium bunun tam da aksine sosyal ayrımları vurgulamak için bir fırsattı.

Yunanlılar gibi Romalılar da şaraplarını "uygar" bir biçimde, yani gelişmiş su kemerleriyle kente getirtilen suyla karıştırarak içerlerdi. Bununla birlikte, her içici kendi karışımını kendisi hazırlardı; görünüşe göre, ortak krater ender kullanılırdı. Oturma düzeni de symposion' dakinden daha az eşitlikçiydi; çünkü bazı oturaklar diğerlerinden daha yüksek statüyle bütünleştirilirdi. Convivium, patronlar ve müşteriler düşüncesine dayanan Roma sınıf sistemini yansıtmaktaydı. Müşteri vatandaşlar patronlara bağımlıydı ve bu patronlar da kendi patronlarına bağımlıydılar; her patron özel görevler karşılığında müşterilere yarar (mali ödenek, hukuksal tavsiye ve siyasal nüfuz gibi) sağlardı. Örneğin müşteriler her sabah Forum' a giden patronlarına eşlik etmeliydiler; her patronun maiyetinin büyüklüğü, gücünün bir işaretiydi. Ne var ki, bir patron bir müşteriyi bir convivium' a çağırdığında, ona genellikle diğer konuklara ikram edilenden daha aşağı yiyecek ve içecek ikram edilir ve diğer konukların alay konusu olurdu. MS birinci yüzyılın sonunda yazan Genç Pliny, ev sahibine ve dostlarına birinci sınıf, diğer konuklara ikinci sınıf ve azatlılara (eski köleler) üçüncü sınıf şarap ikram edilen bir akşam yemeğini betimler.

Daha adi, daha ucuz şaraplara, ya bozuk olduklarını gizlemek için ya da koruyucu olarak çeşitli katkı maddeleri eklenirdi. Yunanlılardan miras alınan bir uygulamayla az miktarda tuz ya da tatlandırıa gibi, bazen amforaları mühürlemek için kullanılan zift de koruyucu olarak şaraba katılırdı. MS birinci yüzyılda Romalı tarım yazarı Columella, dikkatli kullanıldıklarında, şaraba eklenen bu tür koruyucuların şarabın tadını etkilemediğini iddia eder. Columella'ya göre, hatta iyileştirebilirler de: Onun tariflerinden biri, deniz suyu ve çemen otuyla mayalanmış beyaz şarap tarifi, modern bir Jerez şarabına çok benzeyen keskin, fındık tadında bir şarap üretir. Aynı şekilde, bal ile şarabın bir karışımı olan mulsum, birinci yüzyılın başında Tiberius döneminde moda bir aperitif olarak ortaya çıkarken, rosatum gül yapraklarıyla tatlandırılmış benzer bir içkiydi. Fakat bitki, bal ve diğer katkı maddeleri genellikle kalitesiz şarapların kalitesizliğini gizlemek için kullanılırdı. Hatta bazı Romalılar seyahatlerinde kötü şarapları tatlandırmak için bitki ve diğer tatlandırıcıları yanlarında taşırlardı. Bugünün şarapçıları Yunanlıların ve Romalıların katkı maddesi kullanmalarına burun kıvırsalar da, bu, bugün adi şarapları daha lezzetli kılmak iççin tatlandına olarak meşe kullanılmasından farklı değildir.


Bu katkılı şarapların altında, posca; ekşiyip sirkeleşen şarap ile su karıştırılarak yapılan bir içki vardı. Posca, genellikle daha iyi şarap bulunamadığında, örneğin uzun seferler sırasında, Romalı askerlere verilirdi. Aslında Roma ordusu için taşınabilir bir su arıtma teknolojisiydi. Romalı bir asker çarmıha gerildiği sırada İsa Mesih'e şaraba batırılan bir sünger adadığında, söz konusu şarap posca olurdu. Son olarak, Roma şarap merdiveninin en alt basamağında lora denilen, normalde kölelere verilen ve şarap denmesi zor bir içki vardı. Şarap yapılırken artan üzüm çekirdeklerinin, sapları ve kabuklarının ıslatılıp ezilerek yapıldığı, alkol derecesi düşük, zayıf ve aa bir şaraptı bu. Sonuçta; efsanevi Falemian' dan en dipteki lora' ya kadar, sosyal merdivenin her basamağı için bir şarap vardı.


Şarap 8: Tüm bağlar Roma'ya çıkar

MÔ ikinci yüzyılın başında Yunan şarabı Akdeniz şarap ticaretine egemendi hala ve İtalya yarımadasına büyük miktarda ihraç edilen tek üründü. Fakat şarap yapımı güneydeki eski Yunan kolonilerinden -Yunanlıların "oenotria", "bağlar diyarı" diyarı dedikleri ve Roma'nın yönetimi albnda olan bölgekuzeye doğru yayılınca, Romalılar hızla gelip yetiştiler. MÔ 146'da Kuzey Afrika' da Kartaca'nın düşüşüyle ve Yunan kenti Korinthos'un yağmalanmasıyla birlikte Roma önde gelen Akdeniz gücü olurken, İtalyan yarımadası da dünyamn en önde gelen şarap üretim bölgesi oldu.

Romalılar Yunan kültürünün birçok boyutunu özümseyip daha sonra yaygınlaşbrdıkları gibi, Yunanistan'ın en güzel şaraplarını ve şarap yapma tekniklerini de bağırlarına basblar. Yunan adalarından asma fidanları getirilip dikildi ve böylece Sakız şarabı İtalya' da da üretildi. Şarap imalatçıları en popüler Yunan şaraplarının, en başta da deniz suyu aromalı İstanköy şarabının taklitlerini yapmaya başladılar; öyle ki, İstanköy bir imalat yeri işareti olmaktan çıkıp, bir stil haline geldi. Yunanistan' daki önde gelen şarap imalatçıları yeni ticaret merkezi İtalya'nın yolunu tuttular. MÔ 70'te Romalı yazar Yaşlı Pliny, Roma dünyasında üçte ikisi İtalya' da yetiştirilen 80 ünlü şarap bulunduğunu tahmin ediyordu.

Şarap o kadar popülerdi ki, geçimlik çiftçilik talebi karşılayamaz oldu ve soylu çiftçi idealinin yerini, köleler tarafından işletilen büyük yurtluklara dayanan daha ticari bir yaklaşım aldı. Şarap üretimi artarken tahıl üretimi geriledi; öyle ki, Roma, Afrika kolonilerinden tahıl ithalabna bağımlı hale geldi. Küçük çiftçiler topraklarını sabp kente göç ettikleri için, yurtlukların genişlemesi kırsal nüfusu da yerinden etti. MÔ 300' de 100 bin civarında olan Roma'nın nüfusu, O yılında yaklaşık 1 milyona çıkmış, Roma dünyamn en kalabalık metropolü olmuştu. Bu arada, şarap üretimi Roma dünyasının kalbinde yoğunlaşırken, tüketimi merkezden çok uzaklara kadar yayıldı. Roma yönetiminin uzandığı her yerde -ve ötesinde- insanlar diğer Roma adetleriyle birlikte şarap içmeyi de benimsediler. Zengin Britanyalılar birayı ve bal likörünü bir tarafa bırakıp, ta Ege' den ithal edilen şarapları tercih ettiler; İtalyan şarabı Kuzey Nil ve Kuzey Hindistan' a kadar ulaştı. Birinci yüzyılda, İtalyan şarapları hala en iyi şarap sayılmalarına karşın, Roma'run eyaletleri olan Güney Galya ve İspanya'daki şarap üretimi talebe ayak uydurmak için artırıldı.


Şarap, Akdeniz'in bir kesiminden başka bir kesimine, köle, kuruyemiş, cam eşya, parfüm ve diğer lüks mallardan oluşan ikinci sınıf yüklerle birlikte 2 bin-3 bin toprak amfora taşıyabilen gemilerle taşınırdı. Bazı şarap imalatçıları kendi şaraplarını kendileri taşırdı: Amforanın üzerindeki şarap imalatçısının adı ile gemi çapasındaki adın aynı olduğu batıklar bulunmuştur. Şarap nakliyatı için kullanılan amforalar genellikle kullanıldıktan sonra atılabilen, geri dönüşümü olmayan konteynır olarak kabul edilirdi ve görevlerini yerine getirdikten sonra da genellikle kırılıp atılırdı. Roma'run yanı sıra Marsilya, Atina, İskenderiye ve diğer Akdeniz limanlarındaki çöp yığınlarında, menşelerini, içeriklerini ve diğer bilgileri gösteren damgaları bulunan binlerce amfora kulpu bulunmuştur. Bu damgalar çözümlenerek ticaret kalıplarının haritasını çıkarıp, Roma siyasetinin şarap ticareti üzerindeki etkisini görmek olanaklıdır. Roma' da büyük bir antrepo olan Horrea Galbana' da yaklaşık 45 metre yüksekliğinde bir çöp yığınında bulunan amfora kulplarının çoğu, İtalyan şarap üretiminde --olasılıkla vebanın neden olduğu- gizemli bir gerilemenin yaşandığı MS ikinci yüzyılın İspanya'sma aitti. Üçüncü yüzyılın başında, MS 193'te Septimus Severus iktidara geldikten sonra pazara Kuzey Afrika şarapları egemen olmaya başladı. İspanya' daki tüccarlar Severus'un rakibi Albius Clodius'u desteklemişti; bu yüzden o da kendi kasabası Lepcis Manga (bugünkü Trablusgarp) civarındaki bölgede yahrımları teşvik etmiş ve oradan gelen şarapları kayırmışh.

En iyi şarapların çoğunun son durağı da yine Roma'ydı. Roma'run birkaç mil güneybatısında bulunan Ostia Limanı'na varan bir şarap gemisi, ağır ve hantal amforaları sallantılı borda iskelesinden indirme konusunda ustalaşmış rıhhm işçileri tarafından boşaltılır, iskeleden denize düşen amforaları kurtarmak için de dalgıçlar hazır beklerdi. Şaraplar daha küçük teknelere aktarıldıktan sonra Tiber Irmağı boyunca Roma kentine doğru yolculuğuna devam ederdi. Sonra toptancı depolarının loş kilerlerine taşınıp, soğuk tutmak için yere gömülü büyük küplere aktarılırdı. Buradan perakendecilere satılır ve daha küçük amforalar içinde el arabalarıyla kentin dar sokaklarında taşınırdı. Romalı yergici Iuvenalis, MS ikinci yüzyılın başında Roma sokaklarındaki telaşı anlatır:

Bizse geçip gidemeyiz önümüzdeki kalabalıktan, Arkamızdan yüklenen kalabalık belimizi ezer, Biri dirsek vurur, öbürü sert bir sırıkla dürtükler, Bir başkası başımıza çalar kütüğü, öbürü şarap ftçısını indirir. Semiz bacaklarım çamura batmış, derken Dört yandan dev bir ayağın tabanı çiğner beni, Ve bir askerin postal çivisi ayak parmağıma çakılır.

Kaotik sokaklarda kendine yol açıp hedefine ulaşan şarap, civar dükkanlarda testiyle ya da daha büyük miktarlar istendiğinde amforalarla satılırdı. Romalı aileler ya boş testileri yüklenen köleleri şarap satın almaya gönderirdi ya da düzenli olarak eve servis yapılması sağlanırdı; şarap satıcıları kapı kapı dolaşıp şarap teslimatlarını yaparlardı. Roma dünyasının uzak eyaletlerinden gelen şarap böyle elden ele geçtikten sonra sonunda Roma vatandaşlarının sofralarına ve dudaklarına ulaşırdı.

2 Nisan 2019 Salı

Şarap 7: Yunanistan' a karşı Roma

MÔ ikinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde bir orta İtalya halkı olan Romalılar, Akdeniz havzasının egemen gücü olarak Yunanlıları yerlerinden etmişlerdi. Fakat bu tuhaf bir zaferdi; çünkü diğer birçok Avrupa halkı gibi Romalılar da Yunan kültürünü kendilerine mal ederek ne kadar gelişkin olduklarını göstermeyi seviyorlardı. Yunan tanrılarını ve onlarla bağlanhlı mitleri ödünç aldılar, Yunan alfabesinin değişik bir biçimini benimsediler ve Yunan mimarisini taklit ettiler. Eğitimli Romalılar Yunan edebiyah okuyor ve Yunanca konuşabiliyorlardı. Bütün bunlar bazı Romalıların, Roma'nın Yunanistan karşısındaki sözde zaferinin aslında bir yenilgi olduğunu öne sürmelerine yol açtı. MÔ 212' de Yunan kolonisi Siracusa'nın yağmalanmasından sonra zarif Yunan heykelleri Roma'ya getirilince, Yunan etkisini doğru bulmayan huysuz bir Romalı, Yaşlı Cato, "yenilenler bizi fethetti, biz onları değil" diyordu. Bildiği bir şey vardı.

Cato ve diğer kuşkucular, Yunanlıların zayıf, güvenilmez ve zevkine düşkün doğalarını, Romalıların pratik, dolambaçsız tarzlarıyla karşılaşhrıyorlardı. Onlara göre, Yunan kültürünün bir zamanlar hayranlık verici birçok niteliği olsa da, artık çoktan yozlaşmıştı: Şanlı tarihleri ve söz oyunları ile felsefeye aşırı hayranlıkları Yunanlıları kendinden geçirmişti. Yine de tüm bu eleştirilere karşın, Romalılary.n Yunan kültürüne borcunu kimse inkar etmiyordu. Paradoksal sonuç şu oldu: Birçok Romalı Yunanlılara benzememeye çalışırken, Romalılar kendi nüfuz alanlarını bütün Akdeniz'e ve ötesine yaydıkça Yunanlıların entelektüel ve sanatsal mirasını da çok daha geniş bir coğrafyaya taşıdılar.

Bu paradoksun çaresi şaraptı; zira şarap yapımı ve tüketimi Roma ve Yunan değerlerini birleştirmenin bir yoluydu. Romalılar geçmişlerinden onur duyuyorlardı ve kendilerini, askerlere ve yöneticilere dönüşmüş gösterişsiz bir çiftçiler ulusu olarak görüyorlardı. Başarılı seferlerden sonra Romalı askerler çoğunlukla çiftliklerle ödüllendirilirlerdi. Bağcılık en itibarlı tarımsal faaliyetti: Böyle yapmakla, Yunan tarzı villalarında ziyafet ve içki partilerinin tadını çıkarırken köklerine bağlı kaldıklarına kendilerini inandırabiliyorlardı Romalı beyefendi çiftçiler.

Cato'nun kendisi de, Roma'nın geleneksel tutumluluk ve yalınlık değerlerini Yunan görgülülüğüyle uzlaştırmanın bir yolunun bağcılık olduğunu kabul ediyordu. Bağ yetiştirmek dolaysız ve basitti; fakat sonuçta ortaya çıkan şarap uygarlığın bir simgesiydi. Bu nedenle şarap Romalılar için hem nereden geldiklerini, hem ne olduklarını cisimleştirmekteydi. Romalı yüzbaşının rütbesindeki işaret, çalışkan çiftçilerin kurduğu bir kültürün askeri kuvvetini simgelemekteydi: Bir asma çubuğu.

Şarap 6: Bir kültür amforası

Dikkatli bir biçimde belirlenmiş sosyal bölünmeleriyle, eşi görülmemiş kültürel gelişmişliğiyle ve hem hedonizmi hem felsefi soruşturmayı teşvikiyle şarap, Yunan kültürünü cisimleştirmekteydi. Bu değerler, Yunan şarabının ihraç edildiği yerlere onunla birlikte gitti. Amfora denilen Yunan şarap küplerinin dağılınn, Yunan şarabının yaygın popülerliğinin ve Yunan görenek ve değerlerinin yaygın etkisinin arkeolojik kanıtlarıdır. MÖ beşinci yüzyılda Yunan şarabı geniş bir alana, batıda Güney Fransa'ya, güneyde Mısır'a, doğuda Kırım Yarımadası'na ve kuzeyde Tuna bölgesine ihraç ediliyordu. Çok büyük ölçekte ticareti yapılmaktaydı: Fransa'nın güney kıyısı açıklarında bulanan bir tek batık gemi 10 bin amfora, yani 250 bin litreye ya da bugünün 333 bin şişe şarabına eşdeğer bir yük taşıyordu. Yunanlı tüccarlar ve koloniciler şarapla birlikte onun bilgisini, kültürünü de yaydılar; bağcılığı İspanya ve Portekiz' e Yunanlıların mı yoksa Fenikelilerin mi (bugünkü Suriye ve Lübnan'ı içine alan bölgede yaşayan denizci bir kültür) soktuğu belli olmasa da, şarap yapmayı Sicilya, Güney İtalya ve Güney Fransa'ya Yunanlıların soktuğu biliniyor. Orta Fransa' da bulunan ve MÖ albncı yüzyıla tarihlenen bir Kelt mezarında, tekerlekleri çıkarılmış bir at arabasının kasası üzerinde yatan soylu bir kadının cesedi vardı. Mezarda bulunan değerli eşyalar arasında, muazzam ve ayrıntılı bir biçimde süslü bir krater de aralarında olmak üzere tam bir takım Yunan içki kaplan da vardı. Benzer kaplar diğer Kelt mezarlarında da bulunmuştur. Etrüsklerin kendi gelişmişliklerini göstermek için symposion geleneğini coşkuyla kucakladıkları İtalya'ya da çok miktarda Yunan şarabı ve içki kapları ihraç ediliyordu.

Şarap içme gibi Yunan görenekleri, diğer kültürler tarafından taklit edilmeye değer bulunuyordu. O nedenle Yunan şarabı taşıyan gemiler sadece şarap değil, aynı zamanda Yunan uygarlığını da taşıyorlardı. Birayı tahbndan indiren şarap en uygar ve gelişkin içki oldu -Antik Yunanistan'ın entelektüel başanlanyla bütünleştirilmesi sayesinde bugüne kadar sürdürdüğü bir statü.

Şarap 5: İçmenin felsefesi

Felsefe bilgelik arayışıdır; ve şarabın hem tatlı, hem tatsızı açığa vurma çekingenliğini ortadan kaldırdığı bir symposion' dan daha iyi nerede keşfedilebilir hakikat? MÔ üçüncü yüzyılda yaşamış Yunanlı bir filozof olan Eratosthenes "şarap, gizli olanı açığa çıkarır" diyordu. Birkaç kişinin şarap içerken belirli bir konuyu tartışhğı bir edebi biçim olarak sürekli kullanılması, symposion'un hakikate ulaşmanın uygun bir yolu sayıldığını gösterir. Bunun en ünlü örneği Platon'un Symposion'udur; burada Platon'un hocası Sokrates de aralarında olmak üzere kablımcılar aşk konusunu tartışırlar. Bütün gece boyunca içildikten sonra, görünüşe bakılırsa içtiği şaraptan etkilenmeyen ve günlük işine giden Sokrates dışında herkes sızıp uyumuştur. Platon onu ideal içici olarak betimler: Şarabı hakikate ulaşmak için kullanır, fakat kontrolünü kaybetmez ve hiçbir kötü sonuca maruz kalmaz. Sokrates, başka bir öğrencisi tarafından yazılan benzer bir eserde de yer alır. MÖ 360 civarında yazılan Ksenophon'un Symposion'u, Atina'da bir içki partisinin kurgusal bir anlabsıdır; burada sohbet daha canlı ve daha nüktelidir, karakterler Platon'un daha ciddi eserinde olduğundan daha fazla insandırlar. Ana konu yine aşkhr ve sohbet, o güzelim Taşoz şarabıyla ateşlenir.

Bu tür felsefi symposion'lar gerçek yaşamdan ziyade edebi imgelemde gerçekleşirdi. Fakat en azından bir bakımdan gündelik yaşamda da hakikati ortaya çıkarmak için şarap kullanılabilirdi: İçenlerin gerçek doğasını açığa vurabilirdi. Platon gündelik yaşam içindeki symposion'ların hedonist gerçekliğine itiraz ederken, bir kişilik testi olarak iyi amaçlarla kullanılmaması için hiçbir neden görmez. "Yasalar" adlı kitabındaki karakterlerden birinin ağzıyla konuşan Platon, bir symposion' da biriyle şarap içmenin aslında onun karakterini sınamanın en basit, en hızlı ve en güvenilir yolu olduğunu öne sürer. İçenlerde korku uyandıran bir "korku iksiri"nden söz eden Sokrates'i betimler. Bu hayali içki, korkusuzluk ve cesaret aşılamak için kullanılabilir; içenler giderek dozu arbrır ve korkularım yenmeyi öğrenirler. Elbette böyle bir iksir yoktur; fakat Platon (Sokrates olarak Giritli biriyle konuşan), öz denetim aşılamaya çok uygun olduğunu öne sürdüğü şarapla bir benzerlik kurar.

Kullanılırken önlem alınırsa, bir adamın karakterini önce sınamak, ardından eğitmek için şarap şöleninden daha uygun ne var? Daha ucuz ya da daha masum ne var? Şimdi bakın hangisi daha risklidir: On binlerce haksızlığın kaynağı olan mutsuz ve vahşi bir doğaya sahip bir adamı kendinizi tehlikeye atıp pazarlık yaparak sınamak mı, yoksa Dionysos şenliğinde onunla birlikte olarak sınamak mı? Ya da, aşka eğilimli bir adamı denemek isteseniz, ruhunun ne durumda olduğunu görmek için en değerli varlıklarınızı tehlikeye atarak karınızı, oğullarınızı ya da kızlarınızı ona emanet etmek mi? Bir Giritlinin ya da başka herhangi birinin böyle bir sınamanın adil bir sınama, diğerlerinden daha güvenli, daha ucuz ve daha hızlı bir sınama olduğundan kuşku duyacağına inanmıyorum. 

Aynı şekilde, Platon içki içmeyi, insanın kendini içkinin uyandırdığı tutkulara -öfke, aşk, gurur, açgözlülük, korkaklık- teslim ederek, kendi kendini sınamanın da bir yolu olarak görüyordu. Hatta bir symposion'u düzgün yönetmenin kurallanru; insanın kendi akıldışı dürtülerine direnip içindeki şeytanları yenmesini olanaklı kılan kuralları bile saplıyordu. Platon' a göre şarap insana "Bir merhem olarak ve ruha tevazu, vücuda sağlık ve kuvvet kazandırmak için verilmiştir." Symposion siyasal benzeştirmelere de uygundu. Herkesin ortak bir kaseden eşit miktarda şarap içtiği bir toplanb, modem gözlere demokrasi düşüncesinin cisimleşmesi gibi görünür. Smyposion, sözcüğün modem anlamında olmasa da, gerçekten demokratikti. Gerçi kesinlikle yalnızca ayrıcalıklı insanlarla sınırlıydı ama Atina demokrasisinde aym şey oy verme hakkı için de geçerliydi: Yalnızca özgür erkeklerin, yani nüfusun yalnızca beşte birinin oy kullanma hakkı vardı. Yunan demokrasisi köleliğe dayanıyordu. O sıkıcı ve zor işleri yapan köleler olmasaydı, erkeklerin siyasete katılmak için yeterince boş zamanları olamazdı.

Platon, demokrasiye kuşkuyla bakıyordu. Bir kere işlerin doğal düzenine karışmaktaydı: Eğer teknik olarak eşitseler; bir adam babasına, bir öğrenci öğretmenine neden itaat etsin? Platon' un Devlet kitabında öne sürdüğüne göre, sıradan insanların eline fazla yetki verme.k kaçınılmaz olarak anarşiye yol açardı -bu noktada ancak tiranlıkla düzen yeniden sağlanabilirdi. Sokrates, Devlet'te demokrasiyi savunanları, susamış halkı "sert özgürlük şarabı"na müptela olmaya teşvik eden kötü şarapçılar olarak kınar. Başka bir deyişle, iktidar şarap gibidir; alışık olmayan halk tarafından fazla tüketildiğinde sarhoş edebilir: Her iki durumda da sonuç kaostur. Bu, Devlet'te smyposion' a yapılan neredeyse tümü yerici anışhrmalardan yalnızca biridir. (Platon, ideal toplumun, başında filozof krallar bulunan seçkin bir muhafızlar grubu tarafından yönetileceğine inanıyordu.)

Kısaca, symposion insan doğasını yansıtmaktaydı ve hem iyi, hem kötü yanlan vardı. Fakat, Platon'un vardığı sonuca göre, doğru kurallara uyulursa symposion' daki iyi, kötüye üstün gelebilirdi. Gerçekten de, Platon Atina'run hemen dışında 40 yıl boyunca felsefe öğrettiği ve yazılarının çoğunu yazdığı Akademi' sini kurduğunda, öğretim tarzı için symposion'u model aldı. Bir vakanüvisin belirttiğine göre, her günkü derslerden ve tarhşmalardan sonra, "arkadaşlığın keyfini çıkarmak ve öğrenilenleri tazelemek" için o ve öğrencileri birlikte yiyip içerdi. Şarap, Platon'un talimatlarına uygun biçimde, esas olarak zihinsel dinçleşme sağlamak amacıyla ve ölçülü ikram edilirdi: O zamanın bir gözlemine göre, Platon'la akşam yemeği yiyenler ertesi sabah dinç kalkardı. Müzisyen ya da dansçı olmazdı; çünkü Platon, eğitimli insanların "düzenli bir biçimde sırayla konuşup dinleyerek" kendi kendilerini eğlendirmeleri gerektiğine inanıyordu. Bugün aynı format, bir akademik fikir alışverişi çerçevesi olarak; kahlımcıların sırayla konuştuğu ve belirlenen sınırlar içinde tartışma ve uslamlamanın teşvik edildiği bilimsel seminer ya da sempozyum biçiminde varlığım sürdürüyor.

30 Mart 2019 Cumartesi

Şarap 4: Bir Yunanlı gibi içmek

Yunanlıların şaraba yaklaşımını diğer kültürlerin yaklaşımından ayıran en önemli fark Yunanlıların tüketmeden önce şarabı suyla karışhrmalarıydı. Sosyal inceliğin doruğu; symposion denilen özel bir içki partisinde bu karışımdan içmekti. Bu, andron denilen özel bir "erkekler odası"nda gerçekleşen, tamamen erkeklerle sınırlı aristokrat bir ritüeldi. Odanın duvarları genellikle içmeyle bağlanhlı resimlerle ve gereçlerle süslüydü. Özel bir odanın kullanılması, gündelik yaşamdan farklı kuralların geçerli olduğu symposion'un ayrılığını vurguluyordu. Andron, bazen bir evde, kolay temizlensin diye ortaya doğru eğimli olan tabanı taşla döşeli tek bir odaydı. Andron o kadar önemliydi ki, evler genellikle ona göre tasarlanırdı.


Bu odada erkekler, MÖ sekizinci yüzyılda Yakındoğu' dan ithal edien bir modaya uygun olarak kollarının alhnda bir yashkla sedirlerde otururlardı. Tipik olarak bir symposion' a bir düzine kişi kahlırdı, kahlanların sayısı otuzu geçmezdi. Kadınların erkeklerle birlikte oturmalarına izin verilmemesine karşın, genellikle kadın hizmetçiler, dansçılar ve müzisyenler bulunurdu. önce çok az içkiyle birlikte ya da içkisiz yiyecek ikram edilirdi. Sonra masalar temizlenir ve şaraplar ortaya çıkarılırdı. Atina geleneğine göre ilk üç kadeh şarap adak olarak yere dökülürdü: Biri tanrılara, biri ölmüş kahramanlara, özellikle kişinin atalarına ve biri tanrıların kralı Zeus' a. Bu tören sırasında bir kız flüt çalar ve ardından bir ilahi okunurdu. Etrafa çiçeklerden ya da asma yapraklarından çelenkler konulur ve bazı durumlarda parfüm sürülürdü. İçmeye ondan sonra başlanabilirdi.

Şarap önce krater denilen, semavere benzeyen büyük bir kasede suyla kanşhrılırdı. Her zaman, hydria denilen üç kulplu bir kaptan alınan su şaraba kahlırdı; şarap suya kahlmazdı. Kahlan su miktarı, herkesin ne kadar çabuk sarhoş olacağını belirliyordu. Suyun şaraba tipik karışım oranlan 2'ye 1, S'e 2, 3'e 1 ve 4'e 1 ölçekmiş gibi görünüyor. Eşit miktarda şarap ve su karışımı, "sert şarap" sayılırdı; gemilere yüklenmeden önce kaynahlıp yan yarıya ya da üçte bir oranında azalacak kadar yoğunlaşhnlan şarap, sekiz, hatta yirmi kat fazla suyla kanşhnlmalıydı. Sıcak havalarda şarap, bir kuyunun dibine sarkıtılarak ya da en azından bu tür savurganlıklara gücü yetenler tarafından karkarıştırılarak soğutulurdu. Kar, kışın toplanır ve erimemesi için samanla kaplanıp yer altındaki çukurlarda saklanırdı.


Güzel bir şarabı suyla karıştırmadan içmek, Yunanlılar, özellikle de Atinalılar tarafından barbarlık sayılırdı. Karışımsız şarabı yalnızca Dionysos'un risksiz içebileceğine inanıyorlardı. Dionysos çoğunlukla özel bir vazoyla şarap içerken betimlenir; bu vazonun kullanılması, şaraba su katılmadığını gösterir. Ölümlüler ancak sertliği suyla yumuşatılmış şarap içebilirdi; aksi takdirde hırçınlaşacaklarına, hatta delireceklerine inanılırdı. Herodotos' a göre, karışımsız şarap içme alışkanlığını Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan göçebe bir halk olan İskitlerden alan Sparta Kralı Kleomenes'in başına bu durum gelmiş ve çıldırmıştı. Atinalı filozof Platon, İskitlere ve onların komşuları Trakyalılara, şarabı kullanmaları bakımından kültürsüz ve budala der: "İskitler ve Trakyalılar, hem erkekler, hem kadınlar, giysilerine döktükleri karışımsız şarap içerler ve bunun mutlu ve şanlı bir adet olduğunu düşünürler." Makedonyalılar da karışımsız şaraba düşkünlükleriyle ünlüydüler. Büyük İskender ve babası il. Philippos sert içkici olmakla ünlüydü. İskender, doshı Klitos'u bir sarhoş kavgasında öldürdü ve MÖ 323'te gizemli bir hastalıktan ölmesine sert şarap içmenin katkıda bulunduğuna dair b�zı kanıtlar var. Fakat erdemin yumuşak içkiyle ve yozlaşmanın aşın müptelalıkla eşitlenmesi antik kaynaklarda çok yaygın olduğu için, bu tür iddiaların doğruluğunu değerlendirmek zordur.



Su, şarabı güvenli yapıyordu; fakat şarap da suyu güvenli yapıyordu. Şarap patojenlerden muaf olmanın yanı sıra, mayalanma sürecinde serbest kalan doğal antibakteriyel ajanlar da içerir. Yunanlılar kirli su içmenin tehlikelerini bilmelerine karşın, şarabın bu özelliğinin farkında değildiler. Temizlik kaygısıyla çeşmelerin ve derin kuyuların suyunu ya da sarnıçlarda toplanan yağmur suyunu içmeyi tercih ediyorlardı. Şarapla temizlenen yaraların suyla temizlenenlerden daha az enfeksiyon kaphğının (patojenlerin yokluğu ve antibakteriyel ajanların varlığı nedeniyle) gözlemlenmesi, şarabın temizleyip arındırma gücüne sahip olduğunu göstermiş olabilir.

Hiç şarap içmemek, sek içmek kadar kötü sayılırdı. Demek ki, Yunanlıların şarap ile suyu kanşhrma pratiği, aşırı içki düşkünü barbarlar ile hiç içmeyenler arasında bir orta yoldu. Daha sonraki Roma döneminin Yunanlı yazarı Plutarkhos bunu şöyle ifade eder: "Ayyaş, küstah ve kabadır ... diğer yanda, hiç içki içmeyen tatsız hızsuz biridir ve bir içki partisini yönetmekten ziyade çocuk bakmaya uygundur." Yunanlılara göre, Dionysos'un hediyesinden gereğince yararlanamaz da. Yunan ideali ikisinin arasında bir yerde olmakb. Bunu sağlamak, symposiarkh'ın, symposion kralının -ya ev sahibi ya da gruptan oylamayla ya da kurayla seçilen biri- işiydi. Ölçülülük temeldi: Symposiarkh'ın amaa, toplanan gruptakileri barbarlar gibi şiddete kapılmadan dil özgürlüğünün keyfini çıkarabilmeleri ve endişeden kurtulabilmeleri için sarhoşluk ile ayıklık arasındaki sınırda tutmaktı.


Şarap, genellikle kyliks denilen kısa ayaklı, iki kulplu yayvan bir kaseyle içilirdi. Bazen de kantharos denilen daha büyük ve daha derin bir kapta ya da rhyton denilen bir içki boynuzunda ikram edilirdi. Hizmetçiler, symposiarkh'ın talimatıyla kraterden içki kaplarına şarap aktarmak için, bazen uzun saplı bir kepçeyi andıran ve oinokhoe denilen bir şarap testisi kullanırlardı. Bir krater biter bitmez, yenisi hazırlanırdı.

İçki kaplan çoğunlukla Dionysosçu imgelerle ayrıntılı bir biçimde süslenirdi. Bu süslemeler giderek arttı. Toprak kaplarda kullanılan klasik biçim, "siyah figür" tekniğiydi; figürler ve nesneler siyah boyalı alanlarla ifadelendirilirdi; ayrıntılar ise fırınlanmadan önce çizgiler nakşedilerek belirginleştirilirdi. Mô yedinci yüzyılda Korinthos'ta başlayan bu teknik, hızla Atina'ya yayıldı. MÔ altına yüzyıldan itibaren bunun yerini, giderek kırmızı figür tekniği aldı. Bu teknikte figürler, kilin doğal kırmızı rengi boyanmadan bırakılıp, siyah renkli ayrıntılar eklenerek betimlenirdi. Ne var ki, içki kapları da dahil, bu kadar çok siyah ve kırmızı figürlü çömleğin bugüne kadar gelmiş olması sadece bu kapların kullanıldığı anlamını taşımıyor; zenginler toprak kaplar yerine altın ve gümüş kaplarla içki içerdi. Toprak kapların bugüne kadar gelebilmesinin nedeni, mezarlara bırakılmış olmalarıdır.

Şarap içme kurallarına ve ritüellerine bağlılık, uygun donanımın, mefruşatın ve giysilerin kullanılması içicilerin gelişmişliğini vurgulamaya yarıyordu. Peki şarap içilirken neler olup bitiyordu? Bunun sadece tek bir yanıtı yok: Symposion hayatın kendisi kadar değişkendi, Yunan toplumunun bir aynasıydı. Bazen parayla tutulan müzisyenler ve dansçılarla resmi eğlence biçiminde olurdu. Bazı symposion'larda da konukların kendileri doğaçlama nükteli şarkı, şiir ve atışma yarışına girerdi; bazen de symposion, eğitim amacıyla gençlerin de kabul edildiği felsefe ya da edebiyat tarhşmalarına sahne olurdu.

Fakat tüm symposion'lar bu kadar ciddi değildi. Kottabos denilen bir içki içme oyunu özellikle popülerdi. Bu oyunda, şarap kupasındaki son damlayı disk şeklinde bronz bir hedef ya da bir su kasesinde yüzen bir kupa gibi özel bir hedefe atıp vurmak gerekiyordu. Kottabos çılgınlığı o boyuttaydı ki, bazıları sırf bu oyun için özel yuvarlak odalar inşa ettiler. Gelenekçiler gençlerin en azından avalıkta ve savaşta pratik bir değeri olan cirit atmak yerine kottabos'larını geliştirmeye yoğunlaşmalarından yakınıyorlardı. Kraterler dolup boşaldıkça bazı symposion'lar sefahat alemine dönüşürdü; bazıları da, içenler hetaireia denilen kendi içki gruplarına sadakatlerini göstermek için birbirlerine meydan okumaya başlayınca kavgayla sonuçlanırdı. Kimi zaman symposion'u komos, yani hetaireia üyelerinin kendi gruplarının gücünü ve birliğini vurgulamak için geceleyin sokaklarda eğlenerek dolaştıkları ritüel bir gösteri biçimi izlerdi. Komos zararsız olabildiği gibi, kablanların durumuna bağlı olarak şiddete ya da vandalizme yol açtığı da oluyordu. Eubulos'un bir oyunundan bir parçanın ifade ettiği gibi: "Duyarlı insanlara yalnızca üç krater hazırlarım: İlk önce içilen sağlık, ikincisi aşk ve haz için, üçüncüsü uyumak için. Üçüncüsü bitince akıllı adam evine gider. Dördüncü krater arbk benim değildir; kötü davranışa aittir. Beşincisi bağırıp çağırmak içindir; altıncısı kabalık ve hakaret içindir; yedincisi kavga içindir; sekizincisi eşyaları kırmak içindir; dokuzuncusu depresyon içindir; onuncusu delilik ve bilinçsizlik içindir."

Aslında symposion, entelektüel, sosyal ya da cinsel haz amacına yönelikti. Aynı zamanda bir boşalma kanalıydı da; dizginlenemeyen tutkularla başa çıkmanın bir yoluydu. Onu doğuran kültürün en iyi ve en kötü öğelerini birleştirmekteydi.

Symposion' da tüketilen su ve şarap karışımı, bunu hem birey, hem toplum düzeyinde insan doğasındaki iyi ile kötünün karışımına benzeten Yunanlı filozoflara bereketli bir metafor zemini sağladı. Tehlikeli bir karışımın kontrolden çıkmasıru engellemeye yönelik kurallarıyla symposion; Platon ve diğer filozofların Yunan toplumuna bakmakta kullandıkları bir mercek haline geldi.



4 Ocak 2019 Cuma

Şarap 3: Batı düşüncesinin beşiği

Çağdaş Batı düşüncesinin kökeni Antik Yunanistan'ın altın çağına, Yunan düşünürlerin modern Batı siyasetinin, felsefesinin, bilim ve hukukunun temellerini atbklan MÔ altına ve beşinci yüzyıllara kadar geri götürülebilir. Yunanlıların yeni yaklaşımı karşılıklı tartışma yoluyla rasyonel soruşturma yürütmekti: Bir düşünce kümesini değerlendirmenin en iyi yolunun, onu başka bir düşünce kümesiyle sınamak olduğuna karar verdiler. Siyasal alanda sonuç, rakip politikaların taraftarlarırun retorik üstünlük için çekiştikleri demokrasi oldu. Bu yeni yaklaşım felsefede, dünyanın doğasıyla ilgili mantıklı uslamlamalara ve diyaloglara yol açtı; bilimde, doğal görüngüleri açıklamaya çalışan rakip kuramların inşasını teşvik etti; hukuk alanında ise sonuç, hasımlı hukuk sistemi oldu (Yunanlıların özellikle sevdiği başka bir kurumsallaşmış rekabet biçimi de atletizmdi). Bu yaklaşım, siyasetin, ticaretin, bilim ve hukukun düzenli rekabete dayandığı modern batılı yaşamın da temel dayanağıdır.

Batı ve Doğu dünyalarını ayırma düşüncesi de Yunan kökenlidir. Antik Yunanistan birleşik bir ulus değildi; müttefikleri ve rakipleri sürekli değişen kent-devletlerin, yerleşimlerin ve kolonilerin toplamından oluşuyordu. Fakat daha MÖ sekizinci yüzyılın başında Yunanca konuşan insanlar ile dilleri Yunanlılara anlaşılmaz bağırtı gibi geldiği için barbaroi denilen yabanalar arasına ayrım konuldu. Bu barbarların en önde gelenleri, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Küçük Asya'yı (bugünkü Türkiye) kapsayan büyük bir imparatorluğa sahip olan Perslerdi. Başlangıçta Perslere karşı koymak için birleşen önde gelen Yunan kent-devletleri Atina ve Sparta daha sonra birbiriyle savaşa tutuşunca, Persler yerine göre her ikisine de arka çıktı. Sonunda Büyük İskender Yunanlıları birleştirdi ve MÖ dördüncü yüzyılda Persleri yenilgiye uğrattı. Asyalı halklardan kökten farklı (aslında üstün) olduklarına inanan Yunanlılar, kendilerini Perslere karşıtlık içinde tanımladılar.


Uygar rekabet coşkusu ve Yunanistan'ın yabancılara üstünlüğü farazi olsa da, Yunanlıların şarap aşkının büyüklüğü tarhşma götürmez. Şarap, symposion denilen ve kahlanlann nüktede, şiirde ve retorikte birbirlerini alt etmeye çalışhğı keyifli, fakat çekişmeli tarbşmalara sahne olan resmi içki partilerinde içilirdi. Symposion'un resmi, entelektüel havası Yunanlılara, ya adi ve ilkel bira içen ya da daha kötüsü şarap içen, fakat kendilerinin onaylamadığı biçimde içen barbarlar karşısında ne kadar uygar olduklarını da habrlabyordu. Antik dünyanın en büyük tarihçilerinden biri olan ve MÖ beşinci yüzyılda yaşayan Yunanlı yazar Thukydides'in sözleriyle, "Akdeniz halkları zeytin ve asma yetiştirmeyi öğrenince barbarlıktan çıkmaya başladılar." Bir efsaneye göre, şarap tanrısı Dionysos, bira sever Mezopotamya' dan kurtulmak için kaçıp Yunanistan' a gelmişti. Daha kibar, fakat yine de oldukça tepeden bakan bir Yunan söylencesine göre ise, Dionysos, asmanın yetiştirilemediği ülkelerdeki insanlar için birayı yaratmışh. Bununla birlikte, Dionysos Yunanistan' da şarabı yalnızca seçkinlerin değil, herkesin ulaşabildiği bir içki haline getirmişti. Oyun yazan Euripides'in Bakkhalar'da dediği gibi: "Odur veren zengine de, fakire de / keder dağıtan şarabın ferahlığını.

Yunan adalarının ve anakarasırun iklimi, toprağı bağcılığa çok uygun olduğu için, şarap herkesin alım gücü yetebilecek kadar boldu. Bağcılık, MÖ yedinci yüzyıldan itibaren Peloponez yarımadasındaki Arkadia ve Sparta' da başlayıp, Atina civarındaki bölgeye, Attika'ya yayılarak tüm Yunanistan'ı kapladı. Büyük ölçekli ticari şarap ilk kez Yunanlılar tarafından üretildi ve bağalığa yöntemli, hatta bilimsel bir yaklaşım getirenler de onlar oldular. Konuyla ilgili Yunan metinleri, Hesiodos'un MÖ sekizinci yüzyılda yazılan ve üzümün ne zaman ve nasıl budanması, toplanması ve ezilmesi gerektiğiyle ilgili öğütleri bir araya toplayan "İşler ve Günler"iyle başlar. Yunanlı bağcılar, üzüm cenderesini geliştiren düzenekler yaptılar ve üzüm asmalarını ağaçların üzerinde değil, düzgün sıralar halinde parmaklıklar ve kazıklar üzerinde yetiştirmeyi benimsediler. Bu, daha az yere daha fazla asma dikmeye, dolayısıyla verimi artırmaya ve ürünün daha kolay hasat edilmesine olanak veriyordu.

Yavaş yavaş tahıl çiftçiliğinin yerini asma ve zeytin yetiştiriciliği aldı. Şarap üretimi geçimlik olmaktan çıkıp sınai bir çiftçiliğe dönüştü. Şarap sadece çiftçi ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler tarafından tüketilmek için değil, esas olarak ticari bir ürün olarak üretilmekteydi. Böyle olmasına da şaşmamak gerek, çünkü bir çiftçi toprağında tahıl yetiştirerek kazanabileceğinin 20 kat fazlasını bağalıktan kazanabiliyordu. Böylece, şarap Yunanistan'ın ana ihraç ürünlerinden biri oldu ve deniz yoluyla diğer metalarla takas edilmeye başlandı. Attika' da tahıl üretiminden bağalığa geçiş o kadar ani ve yaygın oldu ki, tahıl talebini karşılayabilmek için tahılın ithal edilmesi gerekti. Şarap zenginlikti: MÖ altıncı yüzyıla gelindiğinde, Atina' da mülk sahibi sınıflar sahip oldukları bağlara göre kategorilere ayrılıyorlardı: En alt sınıfın 30 dönümden az bağı vardı; aşağıdan yukarıya doğru sonraki üç sınıf sırasıyla 40, 60 ve 100 dönüm bağa sahipti.


Şarap üretimi bugünkü Türkiye'nin bah kıyılarının açığında, şarapları epeyce beğenilen Sakız, Taşoz ve Midilli'yi de içine alan uzak Yunan adalanna da yerleşti. Dönemin Yunan paralarının üzerindeki şarapla ilişkili resimler şarabın ekonomik önemini vurgular; Sakız Adası kendi şarap kupasının profilini resmediyordu paraların üzerine ve bir eşeğin üstünde arkaya yaslanan şarap tanrısı Dionysos, Trakya kenti Mende'nin hem paralarının, hem amfora kulplarının genel motifiydi. Şarap ticaretinin ticari önemi, Atina ile Sparta arasındaki Peloponez Savaşı'nda bağların öncelikli hedef olması ve sık sık yakılıp yıkılması da demekti. Bir keresinde MÖ 424'te Sparta birlikleri, Makedonya'nın şarap üreten kenti ve Atina'nın müttefiki Akanthos'a hasat zamanından hemen önce ulaşhlar. Üzümleri kaybetme endişesine kapılan ve Spartalı general Brasidas'ın konuşmasıyla yalpalayan kent sakinleri bir oylama yapıp saf değiştirmeye karar verdiler. Böylece hasat kazasız belasız devam etti.

Şarap kullanımı yaygınlaşhkça -o kadar yaygındı ki köleler bile içiyordu-, artık şarap içip içmediğiniz değil, ne tür şarap içtiğiniz önem kazanır oldu. Zira Yunan toplumunda herkes için şarabın bulunabilirliği diğer kültürlerde olduğundan daha kolay, daha demokratik olsa da, şarap yine de sosyal ayrımları belirtmek için kullanılabiliyordu. Çok geçmeden Yunan şarap kurtları çeşitli yerli ve yabana şaraplar arasında ince ayrımlar yapmaya koyuldular. Bireysel stiller ortaya çıkıp da tanınmaya başlayınca, farklı bölgeler, belirli bir stili tercih eden müşteriler aldıkları şeyden emin olabilsinler diye kendi şaraplarını farklı biçimlerdeki amforalarla nakletmeye başladılar. Örneğin, MÖ dördüncü yüzyılda Sicilya' da yaşayan ve dünyanın ilk yemek kitaplarından biri olan Gastronomia'nın yazarı olarak hahrlanan Yunanlı gurme Arkhistratos, Midilli şaraplarını tercih ediyordu. MÔ beşinci ve dördüncü yüzyılların Yunan komedi oyunlarında yapılan göndermeler, Sakız ve Taşoz şaraplarının da çok beğenildiğini gösterir.

Yunanlılar şarabın tam olarak hangi bağ bozumuna ait olduğundan çok, üretim yerinden sonra öncelikle yaşına ilgi gösterirlerdi. Olasılıkla depolama ve alım sahmın neden olduğu değişimler bağ bozumları arasındaki farklılıklardan daha önemli olduğu için, bir bağ bozumunu bir sonrakinden fazla ayırt etmezlerdi. Eski şarap bir statü simgesiydi ve şarap ne kadar eskiyse o kadar iyiydi. MÔ sekizinci yüzyılda yazılan Homeros'un Odysseia'sı, Odysseus'un "alhn ve bronz yığınlarının, sandıklar dolusu giysinin, bol miktarda güzel kokulu yağın yathğı; duvara sıra sıra dizilmiş eski tatlı şarap küpleriyle dolu" kasa dairesini betimler.

Yunanlılar için şarap içmek, uygarlık ve incelikle eşanlamlıydı: Ne tür ve ne kadar eski şarap içtiğiniz ne kadar kültürlü olduğunuzu gösterirdi. Şarap biraya, iyi şaraplar sıradan şaraplara ve eski şaraplar taze şaraplara tercih edilirdi. Bununla birlikte, şarap içtiğinizde nasıl davrandığınız şarap tercihinden de önemliydi. Yunanlı şair Aiskhylos MÔ alhna yüzyılda şöyle diyordu: "Bronz dış biçimin aynasıdır; şarap zihnin aynasıdır."