Marcus Aurelius MS 180' de öldü; zehirden değil, hastalıktan. Ömrünün son haftası boyunca yalnızca tiryak ve Falemian şarabı tüketti. Görece barış, istikrar ve refah içinde geçen
hükümdarlık döneminin sonu, aynı zamanda Roma'nın altın çağının da sonu sayılır. Onu, neredeyse hiçbiri eceliyle ölmeyen
kısa ömürlü imparatorlar silsilesi izledi; hepsi, dört bir yandan
saldıran "barbarlar" a karşı imparatorluğu korumak için elinden geleni yaptı. MS 395'te ölüm döşeğinde yatan imparator
1. Theodosius savunmayı kolaylaştırmak için imparatorluğu
doğu ve batı olarak iki parçaya böldü; her bir parça oğullarından biri tarafından yönetilecekti. Fakat batı imparatorluğu çok
geçmeden çahrdadı: Vizigotlar MS 410'da Roma'yı yağmaladı
ve İspanya'nın büyük bölümü ile batı Galya'yı kapsayan bir
krallık kurdular. Roma, MS 455'te Vandallar tarafından bir kez
daha talan edildi. Sonuçta; batı imparatorluğu parçalanıp bir
dizi ayn krallığa bölünmüş oldu.
Yüzyıllardır süregelen Roma ve Yunan önyargılanna göre,
kuzeyden akıp gelen kabileler şarap içen uygar kültürün yerine bira içen barbarlığı geçirmeliydi. Fakat iklimin bağcılığa
pek uygun olmadığı Kuzey Avrupalı kabileler, kaba bira severler olarak ünlenmelerine karşın, şaraba karşı bir önyargılan da
yoktu. Elbette, Romalı yaşamın birçok boyutu silip süpürüldü,
ticaret kesintiye uğradı ve bazı bölgelerde şarabın bulunabilirliği azaldı: Örneğin, Romalılaşmış Britanyalılar, imparatorluk
çatırdayınca şaraptan tekrar biraya dönmüş gibi görünüyorlar. Fakat yeni hükümdarlar yönetimi Romalılardan alınca,
Roma, Hıristiyan ve Germen gelenekler arasında kültürel bir
kaynaşma da oldu. Yunanlı ve Romalı atalanrun ölümünden
sonra varlığını sürdürecek kadar derin kök salmış olan Akdeniz şarap içme kültürünün yaygınlığı, kültürel sürekliliğin bir
örneğiydi. Sözgelimi, beşinci yüzyıl ile yedinci yüzyıl arasına
ait Vizigot yasalarının, bir üzüm bağını tahrip edenlere aynntılı cezalar öngörmesi, barbarlardan pek beklenmeyen bir şeydi.
Şarap içme kültürünün devam etmesinde başka bir faktör de Hıristiyanlıkla yakın ilişkisiydi. İncil'e göre İsa'nın ilk
mucizesi, Celile Denizi yakınında bir düğünde altı küp suyu şaraba dönüştürmesiydi. İsa şarapla ilgili birçok mesel anlatmış ve kendisini bir asmaya benzetmişti: "Ben asmayım,
siz dallarısınız," diyordu taraftarlarına. İsa'run Son Akşam
Yemeği'nde çömezlerine şarap sunması, daha sonra, ekmek ile
şarabın İsa'run etini ve kanını simgelediği merkezi Hıristiyan
ayin Aşai Rabbani' de şarabın önemli bir rol oynamasına yol
açtı. Bu, birçok yönden, Dionysos ve onun Romalı cisimleşmesi Bacchus kültleriyle yerleşen geleneğin bir devamıydı. Yunan
ve Roma şarap tanrıları, İsa gibi, şarap yapma mucizeleriyle
ve ölümden sonra dirilmeyle bütünleştirildiler; onlara tapanlar, Hıristiyanlar gibi, şarap içmeyi kutsal bir söyleşme biçimi
olarak gördüler. Fakat belirgin farklar da var. Hıristiyan ayin
Dionysosçu benzeri gibi değildir; Hıristiyan ayin çok az miktarda şarap gerektirirken, Dionysosçu ayin aşın miktarda çok
şarap içmeyi emreder.
Hıristiyan kilisenin Aşai Rabbani şarabı ihtiyacının, Roma' nın düşüşünden sonraki karanlık çağlarda şarap üretiminin devam etmesinde önemli bir rol oynadığı öne sürülmüştür.
Hıristiyanlık ile şarap arasındaki yakın bağlara karşın, bu bir
abarbdır. Aşai Rabbani için gereken şarap miktarı çok azdır ve
1100' de yaygın olan durum; cemaatin ekmek yemesi, şarabı ise
yalnızca ayini yöneten rahibin içmesiydi. Kilise arazisindeki
ya da manashrlara bağlı bağlarda elde edilen üzümle üretilen
şarabın büyük bölümü, dinsel tarikat mensuplarının günlük
tüketimi içindi. Örneğin Benedikten keşişlerin günlük yaklaşık
yarım litre şarap istihkakları vardı. Bazı durumlarda, kilise arazisinde yapılan şarabın sahlması değerli bir gelir kaynağıydı.
Bununla birlikte, şarap kültürü Hıristiyan Avrupa' da makul ölçüde değişmeden kaldığı halde, İslam' ın yükselişinin bir
sonucu olarak, eski Roma dünyasının diğer kesimlerinde içme
kalıpları köklü bir biçimde değişti. İslam'ın kurucusu Hazreti
Muhammed MS 570'te doğdu. 40 yaşında peygamber olmak üzere çağrıldığını hissetti ve Allah tarafından Kuran'ın kendisine tebliğ edildiği bir dizi rüya gördü. Muhammed' in yeni öğretileri, geleneksel Arap dinine bağlı olan Mekke' de sevilmedi ve
bunun üzerine o da, taraftarlarının çoğaldığı Medine' ye göçtü.
Muhammed MS 632'de öldüğü sırada İslam, Arabistan'ın çok
büyük bir bölümünde egemen din olmuştu. Bir yüzyıl sonra
Müslümanlar; İran, Mezopotamya, Filistin ve Suriye'nin tamamını, Mısır ve Kuzey Afrika kıyısını ve İspanya'nın büyük bir
bölümünü fethetmişlerdi. Müslümanların dini görevleri arasında namaz kılmak, zekat vermek ve alkollü içkilerden uzak
durmak da vardır.
Hadislere göre, Muhammed, iki Müslüman'ın bir içki partisinde kavga ettiğini gördükten sonra alkolü yasakladı. Bu
tür olayları önleme konusunda ilahi rehber arayınca, Allah'ın
yarub açık oldu: "İçki, kumar ... şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar
yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Arbk bunlardan vazgeçersiniz değil mi?"1 Bu kuralı bozanlara verilen ceza 40 kırbaçtı.
Ne var ki, öyle görünüyor ki, Müslümanların alkol yasağı daha
geniş kültürel güç dengelerinin sonucuydu da: İslam'ın yükselişiyle birlikte güç, Akdeniz kıyısı halklarından Arabistan'ın
çöl kabilelerine geçti. Bu kabileler tekerlekli taşıt yerine deveyi, masa ve sandalyenin yerine minderi geçirerek ve gelişmişliğin en güçlü simgesi olan şarabın tüketilmesini yasaklayarak
kendilerinden önceki seçkinlere üstünlüklerini ifade ettiler.
Müslümanlar bunu yapmakla eski uygarlık anlayışını reddettiklerini de bildirmiş oldular. Şarabın Hıristiyanlıktaki merkezi rolü de Müslümanları şaraba karşı olmaya itti; hbbi amaçla
kullanımı bile yasaklandı. Epeyce muhakemeden sonra yasak, diğer alkollü içkileri de kapsayacak şekilde genişletildi. İslam
yayıldıkça, alkol yasağı da yayıldı.
Ne var ki, alkol yasağı bazı yerlerde diğerlerinden daha
katı uygulandı. Örneğin, Ebu Nuvas ve diğer Arap şairlerin
eserlerinde şarap övülüyor ye teknik olarak yasak olmasına
karşın, İspanya ve Portekiz' de şarap üretimi devam ediyordu.
Hatta, bizzat Muhammed'in hafif mayalı hurma şarabından
hoşlandığının söylenmesi, İspanya' daki bazı Müslümanların,
Peygamber'in şarabın kendisine değil de, aşın içki düşkünlüğüne itiraz ettiğini ileri sürmelerine yol açtı. Onlara göre yalnızca üzümden yapılan şarap, olasılıkla alkol oranının yüksek
olması nedeniyle açıkça yasaklanmıştı; bu yüzden üzüm şarabına, alkol oram hurma şarabının oranını geçmemesi için sulandırılması koşuluyla, izin verilmeliydi. Bu hoş tefsir çalımı
tartışmalıydı, fakat bir hareket olanağı da sağladı. Gerçekten
de, Müslüman dünyanın kimi yerlerinde Yunan symposion' a
benzer şarap içme partileri popülerleşmiş gibi görünüyor. Her
şeyden önce, şarabı suyla karıştırmak sertliğini epeyce azaltmaktaydı ve Muhammed'in cennet bahçesi görüşüne de uygun gibi görünmekteydi: Orada doğru yolda olanlar, müminler bir çeşme suyuyla yumuşatılmış saf şarap içerler.
İslam'ın Avrupa' daki ilerleyişi, MS 732' de, kabaca bugünkü
Fransa'ya denk düşen Frank krallığının en karizmatik prensi
Charles Martel'in Arap birliklerini yenilgiye uğrattığı Tours
Savaşı'nda durduruldu. Dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan bu savaşın hemen öncesi Avrupa' daki Arap nüfuzunun doruğuna işaret etmekteydi. Daha sonra Martel'in torunu Charlemagne'ın MS 800'de Kutsal Roma İmparatoru olarak
taç giymesi, Avrupa kültürünün pekişme ve sonunda yeniden
canlanma döneminin başlangıa oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder